Medeniyet Yorgunluğuya da Kasaba Lirikleri Üzerine Sesli Bir Okuma

Metin Turan
Tükenmiş anlam dünyasının ortasında sığınağımız olan şiire geldiğimizde durur, derin bir nefes alırız.
İlk halinden, kitap bütünlüğünde yayınlandığı güne kadar Şahbender Korkmaz’ın Kasaba Lirikleri (2025)’ni bu soluklanma anına ayırıp, yeniden yeniden okudum.
Kasaba ile medeniyet arasında hep bir bağıntı kurmuş, Kemal Karpat’ın :”Kasaba, aydınların düşünceleriyle hükümet siyasetini büyük halk çoğunlğuna aktaran bir geçit yeridir. Yukardan gelen herhangi bir düşünceye karşı belirli bir tepki göstermek, direnme duygusu kasabada doğar. Ancak kasaba şu veya bu şekilde bir fikir uğrunda hizaye getirildikten sonra ki işler kolaylaşır” (Karpat, 1971:75) saptamasına kulak verip, ardından da : “Kasaba kalıplaşmış düşüncelerin, katılaşmış İslâm kavramlarının beşiğidir. Bu durumuyla muhafazakârlığın yıkılmaz bir kalesi gibidir. O kadar ki köy kadınları büyük şehre değil, kasabaya geldikleri zaman çarşaf giyer, dedikoduları önlemeye çalışırlar. İslâmda kasaba medrese yatağı olarak kuru akılcılık yolu ile bedevi kabilelere “medeniyet” yaymak istemiş, ama, tabiatla akılı ahenkli birleştiremiyerek kendi yarattığı kapılar içinde donakalmıştır” (Karpat, 1971:76) yargısını anımsayınca bütün bu “dinamiklerin” lirizimle kesişimine odaklandım.
Medeniyet, Şahbender Korkmaz’ın şiirinde insanın kendi yarattığı yapay düzenle kurduğu çelişkili ilişkinin adıdır. Tıpkı, T. S. Eliot’un Çorak Ülke (1922)’sinde olduğu gibi, tükenmiş bir anlam dünyasından yankılanır. Farklı olan, Korkmaz’ın sesinin daha yakından, daha tanıdık geliyor olmasıdır: “Sanatın ruhunu anladık/Kapatıyoruz dükkânı/Savaş oturdu muhitimize” (s.15) dizesi hem ekonomik hem de ahlaki çöküşün ifadesidir.
Türk şiirinde taşranın yalnız mekânsal değil, aynı zamanda varoluşsal bir temsile dönüştüğü en olgun örneklerden biridir. Dıranas’ın pastoral duyarlığıyla Cemal Süreya’nın kentli ironisini, Ahmed Arif’in halkçı lirizmiyle birlikte düşünürsek, Korkmaz bu damarların hiçbirine tam olarak dâhil olmaz; aksine, onların kesiştiği “kasaba bilinci”nin şiirini yazar. “Kasaba” onda bir coğrafya değil, bir zihinsel alan, bir hâl biçimidir. Her şiir, modern insanın parçalanmış bilincini, küçük bir Anadolu kasabasının tozlu caddelerinde yeniden kurar. “Kasaba ölmüş / Telden yaptığım araba / Kaydırağım lastik pabuç” (Korkmaz, 2025: 92) dizelerinde görüldüğü gibi, şiir hem çocukluğun kaybını hem de toplumsal hafızanın sessizliğini taşır. Burada “ölüm”, bireysel bir son değil, bir medeniyet yorgunluğudur; kasabanın ölümü, insanın kendi iç mekânının tükenişidir.
Korkmaz’ın dili yalın görünür, fakat bu yalınlık bir sadeleşme değil, yoğunlaşma biçimidir. “Bükülen bir dudak / Öpülen iki dudak sonra / Kısılan sesiyle bir satıcı da kovulduktan sonra / Sokağı öldürmeye başladılar bu sabah” (s. 9) dizelerinde olduğu gibi, sıradan olayların ardında gizli bir metafizik vardır. Kasaba, gündelik şiddetin, suskunluğun, utancın ve sıradan kötülüğün mekânıdır. Şair, bu “küçük dünyanın trajedilerini” abartısız bir dilde aktararak, taşranın estetiğini lirik bir eleştiri alanına dönüştürür. Bu yönüyle Kasaba Lirikleri, Sezai Karakoç’un “taşra metafiziği”nden, Murathan Mungan’ın “taşra melankolisi”nden ayrılır; Korkmaz’ın kasabası, metafizik değil, sosyolojik bir lirizm taşır.
Kitabın önemli şiirlerinden “Tuz Kurudu” ve “Susma Hakkı”, güncel politik bağlamları taşraya içkin bir dille işler. “Kollarımdan sıyırıp aldılar saatimi
Kemersiz bel, bağcıksız ayakla kaldım/Hapislik büyük hataymış/Sıfıra deniz bir yalnızlığı niçin yazmışım” (s. 11) diyen şair, ironik bir dille, küresel duyarsızlığı “kasaba vicdanı” üzerinden eleştirir. Bu dizelerdeki öfke, bireysel değil, kolektif bir yorgunluğun sesidir. Kasaba, burada modern dünyanın bir mikrokozmosuna dönüşür; Korkmaz, tıpkı Edip Cansever’in “masa”yı insanlaştırdığı gibi, “kasaba”yı bir ahlaki organizmaya dönüştürür. “Kasaba bu dünyada / Sevebildiğim her şeyle birlikte / Gömülmek istiyor acelesi var belli” (s. 93) dizeleri, modern Türkiye’nin sosyokültürel ruh hâlinin özeti gibidir: hem ait olma arzusu hem de yok olma bilinci bir aradadır.
Korkmaz’ın poetikasını ayıran en belirgin özelliklerden biri, insan-merkezli taşra şiiridir. Taşra onda, ne bir kaçış romantizmi ne de folklorik bir dekorasyondur. “Bir kasabayı sevdim ve yitirdim iki kez” (s. 86) diyen şair, yer duygusunu kaybın diline dönüştürür. Kasaba artık bir mekân değil, yitirilen anlamın adıdır. Bu kayıp duygusu, kitabın bütününe sinmiş melankolik bir sükûnet üretir. Fakat bu sükûnet, pasif bir kabulleniş değildir; Korkmaz’ın kasabası, “susarak direnen bir vicdan” gibidir. “Susma hakkı bulunmuyor” (s. 42) dizesi, hem bireysel hem politik bir çığlık olarak yankılanır. Burada sessizlik bir teslimiyet değil, etik bir tavırdır.
Kasaba Lirikleri’nin biçimsel yapısı da içeriğiyle bütünleşir. Kasıntıdan uzak bir biçemle yazılmış şiirler, düzyazıdan lirizme kayan bir dille örülmüştür. Bu dil, yer yer sarkastik bir söyleme bürünür; “Klavyem bozuldu / Boşluk tuşuna yanıt vermiyor” (s. 36) gibi dizelerde modern çağın iletişim yorgunluğu, kasabanın sessizliğine paralel bir “anlamsızlık duygusu” olarak işlenir. Korkmaz, dijital çağın diline taşranın ritmini katar; bu da kitabın poetik orijinalliğini belirler. Böylece “kasaba”, yalnız coğrafi değil, dilsel bir alan hâline gelir. Şiirin içinde, teknolojik çağın yabancılaşmasıyla Anadolu’nun kadim hüznü çakışır.
Bunları belirtirken, Kasaba Lirikleri’ni sıradan bir “taşra ağıdı”na indirgemek haksızlık olur. Korkmaz, kasaba imgesi üzerinden modern şiirin merkezî sorunlarından birini tartışır: “şiirin kendisiyle hesaplaşma.” “Şiir hakkı” adlı şiirde, “Belleği kundaklanmış / Evet o yalnızlık / Sürahi boş bardak dolu” (s. 54) diyerek, şiirin toplumsal işlevini sorgular. Bu sorgulama, hem modern şiirin anlam krizine hem de sanatın ticarileşmesine yöneliktir. Şairin ironik mesafesi, Yahya Kemal’in ölçülü klasikçiliğinden ziyade, Cemal Süreya’nın sivri taşra zekâsını çağrıştırır. Şiirdeki lirizm, “duygusal taşkınlık”tan çok, etik bir duyarlığa yaslanır.
Kasaba, bu kitabın yalnız mekânı değil, poetik öznesidir. Kasaba konuşur, ölür, dirilir, unutulur. “Unutuş” şiirinde geçen “Kalemi tırpan şair / Unuttu / Kesilen umudu / İnsandan / Damladı lirik” (s. 98) dizeleri, şairin poetik manifestosu gibidir. Lirizmin kaynağı, artık duygu değil, “unutmanın kendisidir.” Bu bağlamda Korkmaz’ın şiiri, Ahmet Oktay’ın “toplumsal bilinçle lirik sesin birleştiği yeni gerçekçilik” olarak tanımladığı şiir geleneğiyle (Oktay, 1993: 214) doğrudan ilişkilidir. Fakat Korkmaz’ın “yeni gerçekçiliği”, klasik protest tonları değil, içselleştirilmiş bir etik lirizmi taşır. Toplumsal bilinçle estetik öznenin uyumu dikkate alındığında günümüz Türk şiirinde kolay rastlanmayan bu denge noktasını Şahbender Korkmaz’ın ustalıkla kotardığını görürüz.
Sonuçta Kasaba Lirikleri, Türk şiirinde “küçük yerlerin büyük yalnızlıklarını” anlatan bir dönüm noktası olarak görülebilir. Şahbender Korkmaz, kasabayı bir “ulusal arketip”e dönüştürür; taşra artık yalnızlığın değil, direncin mekânıdır. Onun kasabası, unutulmuşluğun, yoksulluğun ve ahlaki tükenmişliğin ortasında bile insanı hatırlatan bir yer olarak kalır. “Ah ölmüş kasabam” (s. 92) diyen şairin sesi, yalnız kasabasını değil, bu ülkenin bütün küçük yerlerini, sessiz insanlarını, unutulmuş hikâyelerini taşır. Kasaba Lirikleri, o sessizliğin içinden gelen, insana yönelmiş bir çağrıdır: “İnsan, içten içe sönen kuzineymiş” (s. 63). Korkmaz’ın şiiri, tam da bu yüzden, hem hüzünlü hem dirençlidir.;
Kültürel kodlar açısından bakıldığında, taşra‐kasaba ilişkisi modern Türkiye’nin şehirleşme süreciyle bağdaştırılabilir: merkezde hız, büyüme, tüketim, çevreyle kopuş yaşanırken; çevrede yerleşmiş kasabalar bu sürecin artık önkoşulu değil, artık kenarı haline gelmiştir. Korkmaz’ın kasabası, bu kenarlılık içinde hâlâ insani sesi duyurur. Bu yönüyle şiir, yalnızca mekânsal bir anlatı değil, medeniyetin sosyal dokusundaki yıpranmanın şairidir.
Sonuç olarak, Şahbender Korkmaz’ın «Kasaba Lirikleri», Türk şiirinde taşra imgesini yalnız nostaljik bir hatıra düzleminde ele almaktan çıkararak, medeniyetin yorgunluğu ekseninde yeniden anlamlandırır. Bu şiir, mekân ve insan, bellek ve zaman, yitirme ve direnç arasında sürekli bir gerilimde durur. Toplumcu şiirin mücadele estetiğini devralan ama onun zafer değil, tedirginlik ruhunu benimseyen bir ses olarak Türk şiirinin güncel haritasında kendine özgü bir konum kazanır. Medeniyetin yorgun kalbinde atmayı sürdüren sessiz nabız, Korkmaz’ın şiiridir.
KAYNAKLAR
Eliot, T.S. (1991), Çorak Ülke Dört Kuartet ve Başka Şiirler, Çev: Suphi Aytimur, İstanbul: Adam Yayınları.
Karpat, K. (1971). Çağdaş Türk Edebiyatında Sosyal Konular, İstanbul: Varlık Yayınları.
Oktay, A. (1986). Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları. İstanbul: B/F/S Yayınları.
Korkmaz, Ş. (2025). Kasaba Lirikleri. Ankara: Ürün Yayınları.
Yazının Linki
https://karnavaldergi.com/blog/medeniyet-yorgunlugu-ya-da-kasaba-lirikleri-uzerine-sesli-bir-okuma/