Şahbender Korkmaz’a Sorduk
Sincan İstasyonu son sayısındaki kısa söyleşi

Edebiyat dergilerinin genç şairler için ne kadar önemli olduğunu anlatmaya gerek yok. Hele de 20-30 yıl önceki sınırlı sanatsal etkinlik ve ortamlarıyla taşrada bu önem kat kat fazlaydı. Entelektüel brikime katkı sunacak koşullar, büyük şehirlerle kıyaslandığında son derece yetersizdi. Şiirin mürekkep kalemle yazılıp, dergilere mektup zarfı içinde gönderildiği yıllardı ve benim gibi genç yazar-şair adaylarını besleyen en önemli kaynak, kütüphanelerle birlikte ayda bir çıkan edebiyat dergileriydi.
İlk şiirim 1984 yılında, Sivas’ta çıkan İmece dergisinde yayımlandı. O zamanlar edebiyat tarihimizde önemli yeri olan birçok dergi çıkıyor ve okunuyordu. Sanat Olayı, Hürriyet Gösteri, Varlık, Adam Sanat, Milliyet Sanat gibi dergilerde şiirlerimin yayımlanması fikri tabii ki heyecan vericiydi. Buna karşın sadece Sanat Olayı’na şiir gönderdim.
Sanat Olayı, Attilâ İlhan sayesinde adeta bir okula dönüşmüştü. Derginin her sayısında mutlaka dört beş, belki daha fazla genç şairin gönderdiği dosyalara değiniliyordu. Cönk ve Bakış’ta da aynı anlayış sürdü. Farklı kanalları ve sınırları özgünlüğüyle zorlayan şairler Attilâ İlhan’dan övgü alıyor, aynı zamanda şiirleri geniş okur kitlelerine ulaşıyordu. Bu, genç şair – yazar için çok değerli bir fırsattı. Sanat Olayı’na gönderdiğim ilk dosyamda hem övgü hem de uyarılar aldım. Cönk’te ise bu kez fotoğrafımla birlikte bir şiirim yer almış, genç bir şair için oldukça umut verici ifadeler kullanılmış ve derginin kapılarının şiirime açıldığının bir “ön haberi” verilmişti.
Sizin deyiminizle “referans iyiydi”, evet. Fakat ne yazık ki Cönk’ün yayın hayatı uzun sürmedi. Usta şairin tadımlık şiir derslerine de dönüşen değerlendirmelerinden, uyarılarından yoksun kaldık.
Aşeka’dan sonra, bazı edebiyat dergilerinde şiirlerim yayımlandı. Dergilere zaten fazla şiir gönderen biri değilim. Kimileri bu düşünceme katılmayabilir ama ben hep, şairin okur ve dergi çevrelerince izlenmesi, istenmesi, daha doğrusu “şiir gönder” denilmesini daha anlamlı bulmuşumdur. Bunca zorluk, çaba ve çileyle yazıp yazıp silen, azaltan bazen tamamen çöp kovasına atan şaire, şiirini yayımlama kıvamına getirdiyse bir incelik göstermek gerekiyor.
İstanbul’dan Ankara’ya taşındıktan sonra da hem biçim hem de içerik olarak kendime yakın bulduğum Damar’a şiir vermekten mutluluk duydum. Bunda Özgen Seçkin’in payı büyüktür. Şiir Ülkesi ve İnsancıl dergileri de benim için idealdi. Bu dergilere son yıllarda Sincan İstasyonu ve Turnalar eklenecektir. Sonuç olarak özellikle 2000’li yıllarda, sayısal olarak, ancak dikkatli ve beni izlemeye değer bulan okurun fark edebileceği kadar şiir yayımlamış oldum.
Aslında yazmakla yayımlamak arasındaki bağı hiçbir zaman tamamen koparmadım. Bir yandan yazıp biriktirirken, bir yandan da çeşitli takma adlarla bazı web sitelerinde denemeler, eleştiri ve inceleme yazıları kaleme aldım. Arada öykülerim de dergilerde yer aldı.
Toplumsal ve bireysel koşullar hangi şairin şiirine yön vermez ki? Hem yazmak hem de yayımlamak için yönelimim baştan beri hep aynıydı: yaşamdan, anlamdan, derinlikten, özgünlükten ve şiiri şiir yapan birçok teknik unsurdan ödün vermeden yazabilme hedefimden hiç vazgeçmedim. Kasaba Lirikleri, yaşadığımız coğrafyanın durgun – coşkun, duru- bulanık suları gibi akıp giden yılların olgunlaştırdığı bir poetikayla ortaya çıktı.
Bir de kitaplaşma serüveni var tabii. “Parası neyse verir, kitabımı bastırırım” anlamı taşıyabilecek bir çabam olamazdı. Aşeka’nın kitaplaşmasında sevgili dostum Metin Turan’ın büyük katkısı olmuştu, Kasaba Lirikleri’nin kitaplaşmasında da aynısı oldu. “Kasaba Lirikleri” basılmak için yayınevi aramadı. Daha ne olsun?